Dijital Panoptikon
Tarihten günümüze iktidarlar hegemonyalarını kurabilmek ve toplumu oluşturan ki…
Dijital Panoptikon
Paz, 18, Eki, 2020 14:28

Dijital Panoptikon

Tarihten günümüze iktidarlar hegemonyalarını kurabilmek ve toplumu oluşturan kitleleri kontrol altında tutabilmek amacıyla çeşitli propaganda tekniklerine başvurmuşlardır. Bu süreçte baskı, korku kültürü ve güvenlik paranoyası gibi kavramlar sıklıkla tartışılmıştır. “Kitleler demir zincirlerinden kurtulabilmek için gümüş zincirlerine boyun eğmelidir” söylemi de; yine iktidarın toplumsal düzeni sağlamak için çeşitli güvenlik önlemlerini zorunlu tuttuğu durumuyla örtüşürken gönüllü gözetimi de meşrulaştırmaktadır. “Ruhu eğitmek için bedeni evcilleştirmek” bakımından gözetime odaklanan panoptik bakış açısı, kaynağı veya varlığı kesin olmayan; “görünmez bir iktidar” tarafından “izlenme” mesajını iletirken, gözetlenenlerin belli davranış kalıpları geliştirmesini zorunlu kılmaktadır. Bu durum, günümüzde yaşanan izlenme korkusunu akla getirmektedir ve propaganda tekniklerinin tüm karakteristiği ile örtüşmektedir. Bu çalışmada, iktidarın panoptik gözetim pratiğini bir propaganda aracı olarak kullandığı varsayımından yola çıkılarak, bu durumun toplum üzerinde yarattığı korku ve paranoya sonucunda suskunluk sarmalına uzanan süreç, 2013 yılı ortalarında ülkemizde yaşanan “Gezi Parkı Olayları” örneği sosyal medya üzerinden, propaganda ekseninde tartışılacaktır. Anahtar Sözcükler: İktidar, Propaganda, Korku, Gözetim, Suskunluk Sarmalı

 

Giriş

 

Bu çalışmada gerçekleştirilmek istenen; iktidar/egemenlerin toplumu kontrol ve denetim altında tutabilme amacıyla başvurduğu propaganda pratikleri ekseninde, gözetim bir araç olarak ele alınarak, denetim ve gözetimin meşru bir ortam bulabilmesi amacıyla inşa edilen korku, güvensizlik algısı ve medyanın bu anlamdaki rolüne de dikkat çekmektir. “Propaganda çağı” ve “gözetim toplumu” tanımlamalarını sıklıkla duyduğumuz günümüzde, bu iki olgunun da gerek gündelik yaşam pratiklerinde, gerekse akademik literatürde içiçe geçmiş olduğu görülmektedir. İktidar hegemonyasını kurabilmek ve hegemonik çatlaklarını onarabilmek adına “korunma ihtiyacı olan” toplumlar yaratırken, medyayı ideolojik aygıtı olarak kullanarak bunun propagandasını yapmakta ve “güvenlileştirme” vaadiyle panoptik gözetim için rıza üretmektedir.  İktidar tarafından gözetlendiğinin bilincindeki bireyler hareketlerini kontrol altında tutmakta ve gözetimi içselleştirmektedir. Tüm şehrin MOBESE kameraları ile bezendiği bir yaşamda panoptik iktidarın varlığını kanıtlaması için herhangi bir eylemde bulunması bile gerekmeyebilir; çünkü zaten “o” kameralar iktidarın “gözünün” temsilidir ve “izleniyorsun” mesajı aslında başlı başına bir propaganda faaliyeti olarak kendini yeniden üretmektedir.

 

1.1  Siyaset, İktidar ve Propaganda

Tarihsel süreçten buyana, insanoğlunun yaşam serüvenine eşlik eden, sürekli değişim gösteren, zaman zaman zarar; zaman zaman ise yarar getiren, insan eliyle yaratılmış ve her zaman var olacak olan bir gücün varlığını görmezden gelmek mümkün değildir. Bu güç iktidardır. İktidar kavramı, birçok farklı dönem içerisinde geliştirilen felsefelere bağlı olarak, biçim değiştirse de hiçbir zaman ortadan kalkmayacak olan bir gerçekliktirAristoteles Politika (1975) adlı eserinde siyasal düzeni bir gemiye, toplumu da gemideki yolcu ve mürettebata benzetir. Toplumu ve siyasal düzeni oluşturan her bir yurttaşın farklı görevleri ve işlevleri bulunmasına; bireysel açıdan farklılık göstermesine rağmen gemide bulunmak, tüm bu farklılıkların üstünde ortak bir amacı ortaya çıkarmaktadır; geminin ve yolculuğun güvenliği. Çünkü kendi varlıklarının devamı, bu geminin varlığına ve yolculuğun güvenliğine bağlıdır. O geminin yönetimi için, onu idare edecek bir iktidara ve ona güvenerek itaat ederek yola çıkacak bir topluma ihtiyaç vardır (Çetin, 2012: 27).

İnsan eliyle yaratılmış güç olan iktidarın toplumsal düzeni sağlamak ve korumak amacıyla var olduğu varsayımını doğurur.  Toplumsal düzen kavramı Auguste Comte’den bu yana toplumsal kontrolü de içermektedir. Toplumsal denetim ve disiplin toplumsal gelişme ve ilerlemelerin önkoşuludur. Bu anlamda toplumsal bir düzenin var olması için “toplumsal statik”in kontrol yoluyla sağlanmış olması gerekir. Toplumsal statiğin olmadığı yerde kaos ve karmaşa hüküm sürer, bu nedenle toplumsal gelişmenin ön koşulu, modern toplumlarda kurulu düzen ve statiği kontrol etmekten, disiplin altında tutmaktan geçer (Köse, 2011: 200). “Kitleler demir zincirlerinden kurtulabilmek için gümüş zincirlerine boyun eğmelidir” (Lasswell, 1927: 222) söylemi de; yine iktidarın toplumsal düzeni sağlamak için yaptırımları zorunlu tuttuğu durumuyla örtüşürken iktidarın bu bağlamdaki eylemlerini de meşrulaştırmaktadır.

İktidarı elde tutan siyasi güçler kalıcılıklarını devam ettirmek amacıyla kamuoyunu etkilemek eğilimindedirler. Egemenler kendi gerçekliklerini kitlelere kabul ettirmek ve ideolojik hegemonyalarını sağlamak için onları yönlendirirler. Bu bilinci belirleme işi kitle iletişim araçları yolu ile iletilen mesajlar yordamıyla gerçekleştirilir.  İktidar dışındaki siyasi kuvvetler de kamuoyundan destek alarak iktidar olabilme gücünü elde etmeyi amaçlarlar. İşte bu yolda propaganda çeşitli şekillerde uygulanmaktadır.(Brown, 1992: 13).

 

Latince’de “yayılacak şeyler” anlamına gelen propaganda, bir öğretinin, düşüncenin, inancın ya da çıkarın çeşitli vasıtalar yoluyla yayılması anlamına gelir ve terminolojik olarak 1622 Papa’nın Katolik itikat ve inanışlarını üstün tutabilmek gayesiyle topladığı Kardinaller Meclisi’nin “Congreation de Propagandistes” (Propaganda Meclisi) ismini almasıyla doğmuştur. (Karataş, 2008:29) Ekonomik çıkarlar çerçevesinde burjuva devletlerin bilgiye el koyması olarak okunabilecek olan medya düzeni içerisinde ideoloji ve propaganda gibi araçların temel işlevi hem içerde hem de dışarıda toplumlara yön vermektir.  Medya ve propaganda konusunda iki önemli düşünür Herman ve Chomsky; kurdukları propaganda modelini tanımlarken;

”…diğer işlevlerinin yanı sıra medya, kendisini denetleyen ve finanse eden güçlü toplumsal grupların çıkarlarına hizmet eder ve onların lehine propaganda yapar.   Bu çıkarların temsilcilerinin öne çıkarmak istedikleri önemli gündemleri ve ilkeleri vardırve medya politikasının şekillendirilmesi ve dayatılması açısından elverişli konuma sahiptirler” (Herman ve Chomsky, 2012: 15) sözleriyle iktidar/egemen sınıfın medyayı propaganda bağlamında kullanımına işaret eder.

İktidarı elinde bulunduran egemen güçler, başat ideolojinin baskı altında tuttuğu kitlelerin rızasını kazanırken aynı zamanda bu ideolojinin kültürel kurumlarda ve ürünlerde yeniden üretilmesini sağlamaktadır. Grasmci, ideolojik hegemonya kuramında, iktidarı elinde bulunduran egemenlerin, kendi felsefelerini, kültür ve ideolojilerini yaymak, konumlarını güçlendirmek ve sürdürmek için kitle iletişim araçlarını kullandıklarını belirtmektedir. (Çoban, 2013: 131)

 

Marksist literatürde doğrudan üretim ilişkileri bağlamında değerlendirilmesi açısından ekonomik kökenleri itibariyle bir üst-ideoloji olarak kabul edilebilecek olan modernite, tüm dünyada ulus devlet yapıların inşa edilmesinde etkili olurken I. ve II.Dünya savaşları boyunca ve devamında çeşitli propaganda vasıtalarıyla yaygınlaştırılmış ve kabul edilebilir bir hale getirilmiştir. Özellikle I.Dünya Savaşı’ndan sonra güçlenen ideoloji kavramı, moderniteyle ve modern devletle eş zamanlı olarak beliren medya arasında bu sebeple bir yakınlık tesis etmiştir: XIX. yüzyıl sonunda gazete, radyo ve sinema sayesinde artan devlet-medya yakınlığının en önemli gerekliliği, propaganda ihtiyacıdır. Siyaset bilimci Van Dyke’nin işaret etiği gibi siyaset ve onu  yapan ana erk olan iktidarın ana işlevi “kamuoyunu ilgilendiren sorunlarda kendi tercihlerini kabul ettirmek, uygulatmak, başkalarının tercihlerinin gerçekleştirilmesini engellemek üzere çeşitli aktörlerin yürüttükleri bir mücadeledir.” (Turan, 1997: 7) Buradan  hareketle tercihleri kabul ettirmekte veya rakiplerin çalışmalarını olumsuz etkilemekte,  propaganda araç ve tekniklerine sayesinde manipülasyona gidebilmekte ve  kamuoyunu dilediği biçimde yönlendirebilmektedir. Propagandada kitle iletişim araçlarının  etkin kullanımına bir örnek olması bakımından Amerikalı siyaset bilimci Fagen’in verdiği  örnek oldukça çarpıcıdır. Ona göre “Eğer iki bin kişiyi kitle iletişim araçlarında kilit  noktalara yerleştirebilecek bir düzenbazlık şebekesi kurabilme imkânı olsa, Amerika’nın  tümünü ve dünyanın büyük bir kısmını ABD Başkanının öldüğüne inandırmak içten bile  değildir.” (Fagen, 1966: 42)  Herbert Schiller, iletilerin televizyon aracılığıyla insanlar üzerinde nasıl tahakküm kurduğunu, manipulasyon konusunu eleştirel bir yaklaşımla ele alındığını ve medyanın bu süreçteki rolünü “Medya menajerleri imajların ve haberlerin yaratılması, işlenmesi, rafine edilmesi ve bunlara risayet edilmesi, dolayısıyla, inançlarımızı, tutumlarımız ve davranışlarımızı belirleme eylemini kendilerine iş edinmişlerdir. Sosyal mevcudiyetin gerçeklerine tekabül etmeyen mesajlar kasıtlı olarak üretildiklerinde, medya menajerleri, zihin menajerleri olup çıkarlar. Realitenin kusurlu olarak algılanmasına, hayatın gerçeklerini kavrama gücünden yoksun bırakılmış bir şuurun oluşmasına sebebiyet veren mesajlar, zihin menajerleri tarafından kasıtlı olarak üretilmiş manipulasyon amaçlı mesajlardır. İnsan zihninin manipulasyonu, bir çeşit fetih aracıdır. Toplumun hakimiyetini elinde tutan seçkinlerin, kitleleri kendi çıkarları doğrultusunda biçimlendirmesinin vasıtalarından biridir (Schiller, 1993: 9).” şeklinde yaklaşır.

Kitleleri etkilemek için öncelikle analiz edilmesi gerektiğine vurgu yapan bir başka kaynak, “Propaganda da amaç, hedef kitleyi etkilemek olduğuna göre, bu işinde ancak kitlelerin sorunlarının iyi analiz edilmesi ve bu sorunların çözümlerinin iyi anlatılmasıyla başarılır.” (Brown, 1992: 23) şeklinde yaklaşır. Modernlikten itibaren akılla birlikte değer üreticisi olan bilginin kullanımı bağlamında Foucault da Nietzsche gibi bilgi ve iktidarın iç içe geçmiş olduğunu savunur. Nietszche'ye göre bilginin egemenlik temelinde bir iktidar istenci için gerekli olmasından hareketle Foucault, toplumsal sözleşmede taraf olan bireyin, öncelikle disipliner toplumun nesnesine dönüştüğünü vurgular (Hollinger, 2005:196) ve bilgiye ilişkin hakikat söylemleri olmaksızın iktidarın işlevsiz kalacağını ve bilginin yeni anlama biçimleri ihdas ederek, hak söylemi oluşturduğuna değinir.(Foucault,1984:204-220; Aktaran: Bayram,2009: 20-21) Böylece bilgi, iktidar için ve iktidarın meşruiyeti için elzem bir konuma yükselmiştir.

 

Ancak propaganda mesajları tasarlanırken kitlelerin sadece sorunlarını değil hassasiyetlerini, zayıf yönlerini ve pozitif taraflarını da bilmek önemlidir. Buradan hareketle propaganda ilgili kişi ya da kişilerin ikna edilerek tutumlarını ve sonuçta da bu grupların hareketlerini kontrol altına almak için yapılan sistematik faaliyetler bütünüdür şeklinde bir tanımlama yapmak mümkündür. Bir eylemi, bir düşünceyi, bir doktrini yaymak, hedef kitleyi kazanmak, hedef kitlenin psikolojisini manipüle etmek ve  bu doğrultuda devamlı mesaj iletiminde bulunmak propagandada esastır.

 

Medya bu manipülatif süreçte ideolojik yeniden üretim aracı olarak etkin bir rol üstlenmiş, güç/egemenlik/iktidar ilişkileri çerçevesinde devreye girmiştir. Yerel ya da küresel egemenlik arayışı tıpkı pozitif bilimlerin verilerinden yoğun olarak faydalandığı gibi sosyal bilimlerin verilerinde de faydalanmaya yönlendirmiştir. Bilimle bütünleşmiş bir iktidar, modern dönemlere damgasını vuran “bilgi güçtür” anlayışıyla birleşince, önce doğa bilimleri aracılığıyla doğa üzerindeki denetime yönelmiş olan bilgi, daha sonraları toplumun denetlenmesi açısından işlevselleşmiş ve bu süreç sosyal bilimlerin çeşitli araştırmaları neticesinde  eş zamanlı olarak işlemiştir. Tüm bu araştırma verilerinin de yardımıyla, hedef kitlesinin isteklerini, inançlarını, sıkıntılarını, zayıflıkları ve korkularını yakından tanıyan iktidarlar bu verileri iktidarlarını sürdürebilmek adına işlemiş, toplum mühendisliği amaçlı hazırladığı çeşitli medya metinlerinde kullanmıştır. Bu metinler çoğu zaman propagandanın karakteristiği ile örtüşen, belirli bir ideoloji, amaç doğrultusunda hazırlanmış, belirli davranış değişiklikleri (çoğu zaman itaat) emelini içinde barındıran tek yönlü, manipülatif mesajlardır.

 

Siyasal iktidar, meşruiyetinin kurulması ve toplumsal rızanın en yüce, en aşkın, en kutsal  araçlarla ikame edilmesi için mitoloji, din, ideoloji gibi kaynakları esas alarak, korku unsurlarından da faydalanmaktadır. Siyasal iktidar bu meşruiyet araçları yanında halk/ulus ulusal birlik ve beraberlik gibi kaynaklar üzerinden de kendi tahakküm alanını toplumsal gerçekler üzerinden inşa ederken, toplumsal düzenlemeler ve müdahaleler imkanını eğitim, bilim ve propaganda gibi meşruiyet araşlarıyla sürdürür. (Çetin,  2012: 49) Bu çalışmada iktidarın “korku” üzerinden gerçekleştirdiği propaganda spesifiğine odaklanılarak ve korkunun inşası irdelenecektir.

 

2.1. Korku Kültürü,  Medya ve Propaganda  

Her türlü propaganda amacı için, meşru ya da meşru olmayan korkular icat edilebilir. Korku her zaman ve her yerde kendi lehine olan durumlarda ortaya çıkar. Montaigne “acı çekeceğinden korkan insanlar, zaten korkuları yüzünden acı çekiyordur” sözüyle korkunun kendini yeniden üretebilen bir süreç olduğuna dikkat çeker. Korku, yöneten ve yönetilen veya korkutan ile korkan arasındaki en önemli iletişim aracıdır.  Korku ile inşa edilen siyasal düzenlerde korku kaynaklarına olan kolektif korku iklimi içinde görece, barış, düzen, disiplin ve kontrol sağlanır (Çetin, 2012:24).

Korku; insanı teşvik eden güçlü bir psikolojik kuvvet olabilmekle birlikte, bütün enerji ve düşüncesini bu tehdidi kaldırmaya kanalize eden bir bireyin başka konuları düşünmesi imkansızlaşabilir. İşte tam bu noktada, Beydeba’nın “dünyada yapılabilecek en büyük iyilik korku içinde yaşayan bir kimseyi emniyetine kavuşturmaktır” sözü gelmektedir. Korku içinde yaşayan bir toplumu, emniyete kavuşturma vaadini veren kurum, zaten bu korkuyu inşa eden iktidarın kendisi olduğunda, iktidar mutlak güç olarak hakimiyetini pekiştirirken, kusurlarını örtmektedir.

Korkunun sahip olduğu tasarım ve imgelem yetenekleri insanı ürküntülerini temel yaratıcısı ve propagandacısı yapar. Bu yüzden, hayatın hiçbir aşaması korkudan bağışık değildir. (Çetin, 2012:29) Korku; varlığıyla hem siyasal hem toplumsal kültürde bir iktidar kaynağıdır.

Korkuyu egemenlik ilişkileri bağlamında ele aldığımızda merceği ilk dikeceğimiz yer dilin kullanımına ilişkin olmalıdır. Zira dil de bir iktidar ilişkisi içermektedir. Dil, egemenler için öyle bir şartlandırma aracı haline gelir ki toplum bu şartlandırmanın getirdiği korku kültürü ile kontrol edilmeye ve yönlendirilmeye başlanır. Bu bağlamda kitle iletişim araçlarında propaganda dilinin etkisi yandsınamaz. Propagandacı gerçeği olduğu gibi vermek yerine, amacına yönelik içeriği manipüle ederek kitle iletişim araçlarında sunduğu takdirde, enformasyona yalnızca bu araç vasıtası ile ulaşma imkanı olan hedef kitlenin “gerçek” mesajın ne olduğu konusunda bir fikir sahibi olması neredeyse imkansızdır. Belirtilen kitle iletişim aracı, propagandanın karakterine uygun olarak aynı mesajı tekrarlayarak veriyorsa, duygusal çağrışımlarda bulunuyorsa, gösterişli genellemeler, saygı duyulan semboller kullanıyor ise; hedef kitlenin “kendisinden beklenen” tutum ve davranışları göstermesi konusunda yeterince sebebi olacaktır. Bu şekilde sürekli korkuyu, güvensiz bir dünyada yaşadığımızı, hayatlarımızın sürekli suretle tehdit altında olduğunu “iddia eden” bir medya ortamında, kitlelerin kendilerini koruyacak, kollayacak, güvenli yaşam alanları sunacak bir güce, iktidara ihtiyacı olmaktadır; çünkü bu ihtiyaç “o” iktidarın kendisi tarafından yaratılmaktadır.

Görünüşe göre; artık kimse kimseye güvenmektedir ve bu güvensizliğin yayılmasında medyanın rolü büyüktür. Medya ve sinema, günlük yaşamı kararsızlık, belirsizlik dolu olarak lanse eden trajik bir dramaya dönüştürmektedir. Medya, bu mesajları gösteri araçlarında ön plana çıkardığı korku unsurlarıyla da bezeyerek “dikkat et, sıradaki sen olabilirsin” şeklinde sürekli uyarır. (Güven, 2011:186) Staples; dünya üzerinde yaratılmaya çalışılan korku kültürünün gözetim ve denetimin meşru bir zemin bulmasında önemli olduğuna değinir. Bu korku kültürü bize gösterilenlerden oluşur.(1997:133) Bize gösterilenler ise, iktidar sahipleri ve onların ideolojik araçları olan medya organlarının seçtiği manipülatif içeriklerdir.

Toplumu oluşturan bireylerin önemli bir bölümünü etkileyebilecek nitelikteki suçlar, savaşlar, terör saldırıları, afetler gibi olayların gerçekleştiği dönemlerde belirtilen korku unsurları gerçek hayattaki karşılığını bulur ve güvenlik hatta güvensizlik paranoyası başgöstermeye başlar. Bu anlamda 2001 yılında yaşanan 9/11 olayları önemli bir örnek teşkil etmektedir. 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında terör tehdidi ile ortaya çıkan etki, güvenlik takıntılarını ve paranoyak tutumu en demokratik ülkelerde bile şiddetlendirmiştir. Mattelart bu tür terör olaylarını “korkunun katalizatörü” olarak tanımlamıştır. (Mattelart,  2012: 270)

Baumann;  akışkan modern toplumun “korku dolu bir hayatı yaşanabilir kılmaya çalışan bir mekanizma” olduğunu söyler; özellikle 11 Eylül olaylarının ardından “küresel korkular” olarak adlandırılan güvensizliklere dikkat çeker. (Bauman ve Lyon, 2013: 102) Lyon da bu anlamda medyanın etkisini vurgulamak adına; “11 Eylül saldırısı esnasında ikiz kulelerin alevler içindeki görüntülerinin durmaksızın ekranlardan gösterilmesi, bu tehdidin devam ettiğine yönelik bir mesaj kaygısı içermektedir” diyerek yetkililerin bıkkınlık verinceye dek bilgilendirmelerinin ardından, bu tehdidin ancak yeni denetim ve gözetim sistemleri ile önlenebileceği algısının amaçlandığına işaret etmektedir. (Bauman ve Lyon, 2013: 74) Bu durum akla korku, endişe ve güvenlik paranoyası yaşayan kitlelerin, medyanın da yönlendirilmiş etkisiyle, yukarıda belirtilen denetim ve gözetim sistemlerine gönüllü olması durumunun bilinçli bir çabanın ürünü olup olmadığı sorusunu akla getirmektedir.

Güvensizlik sonuç olarak önlem alma ihtiyacını doğurmuştur. Burada önemli bir nokta, güvensizlik içindeki toplumların güvenliği artırmak için teknolojiye başvurmalarıdır. Bilim ve teknolojiye başvuru, korkuları gidermesi anlamında masumane bir hareket olmakla birlikte, o masum bilim ve teknolojiyi satanlar, yönetenler için optimum ortamı sağlamaktadır. Bu koşullar altında, daha yaygın, gerçek, öngörülebilir ve en önemlisi gönüllü gözetim ve sosyal kontrol yöntemlerine başvurulmaktadır. (Güven, 2011: 186) Odak noktasını “gözetleme” sözcüğünden “toplum” sözcüğüne kaydırdığımızda, günlük hayatın bir başka yanının altını çizmiş oluruz. Orwellian kontrolün totaliter korkuları, çoğunlukla devlet gözetimiyle ilintilendirilirken, gözetlenen toplum kavramı somutlaştırılmış gözetlemenin toplumsal olarak yayıldığı bir durumu gösterir. (Lyon, 2006: 68)

 

Yukarıda sözü geçen propaganda, korku, paranoya, ve gözetim kavramlarının tümü literatürde içiçe geçmiş, birbirini besler konumdadır. Korku kültürü, bunun propagandası ve sonucunda oluşan paranoya durumu gözetim toplumları yaratılmasında etkin rol oynamaktadır. Söz konusu iktidar ve gözetim toplumu olduğunda panoptik gözetim pratiği de önemli bir bakış açısı olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

3.1. Gözetim Pratiği  ve Propaganda

Gözetim pratiklerinin gündelik yaşamın tüm alanlarında egemenlik kurmaları ve gözetim toplumunun hükümranlığını ilan etmeye başlamasındaki başlıca etken iktidarlar/egemen güçler ile enformasyon teknolojileri arasındaki ortaklık ve bu teknolojilerde görülen inanılmaz gelişmeler olmuştur. Bu bağlamda totaliter yönetimin otoriteyi korumak için kendine uygun gördüğü, aslında var olmayan kişiliğe “Büyük Birader” adını verdiği roman 1984, vatandaşların tüm faaliyetlerinin izlendiği bir kara ütopyadır. George Orwell’in romanında, toplumu sürekli izleyen bir “büyük birader” in varlığı dayatılırken, her yerde “Büyük Birader Seni İzliyor” yazılı posterler asılıdır. Gazete haberleri her gün büyük biraderin otoritesine katkıda bulunacak nitelikte düzeltilmekte, değiştirilmekte ve içerikler manipüle edilmektedir. Uydurma rakam ve istatistiklerle haberler yazılmakta, hayali kişilikler ortaya atılmaktadır.  Propaganda ve gözetim kavramları, modern dönemde birbiri etrafında gelişmektedir; bazı kaynaklar bu kavramları “madalyonun iki yüzü” olarak tanımlamaktadır. 1984 adlı romanda da bu iki literatürün iç içe geçmiş olduğu görülmektedir; çünkü Orwell romanında iki kavramı da en üst sınırlarına taşıyarak teorize etmiş, sistematik bir bakış açısı sunmuştur.  (Yeo 2010)

Roman; iktidarın çeşitli propaganda teknikleri aracılığıyla toplumu nasıl kontrol altında tuttuğuna değinirken gözetim pratiğinin etkili gücünü de ön plana çıkarmaktadır.

Bu bağlamda “panoptikon” ya da “gözetim evi” merkezi bir gözetleme kulesi etrafında birçok hücreden oluşan, bir gardiyanın birçok mahkûmu aynı anda denetleyebildiği dairesel yapı Jeremy Bentham’ın yaratıcı imgeleminin bir ürünüdür (Pease-Watkin,  2008: 77). Neredeyse tüm düşünürler, 19. Yüzyılın sonunda Panoptikon’un yeni bir iktidar biçimi oluşturduğu ya da oluşturmasına yardım ettiği konusunda hemfikir olmuşlardır (Werret,  2008: 88).

3.2.Panoptik Gözetim

Erasmus’un erkek çocukların gelişimine yönelik bir metninde Sophrinius ve Lukretia andlı iki gencin buluşması anlatılır. Gençler, başkaları tarafından görülmeyeceklerinden emin olmak ister, böylece karanlık bir odaya giderler. Kız “Bizi kimse göremez, duyamaz” darken erkek, “Peki ya Tanrı? Ya melekler?” şeklinde karşılık verir ve en sonunda kız Tanrı’nın herşeyi gördüğünü ifade eder. (Elias 2002:282; Aktaran Akça ve Başer 2011) Herşeyi görebilme yetisinin Tanrı’da varolması herhangi bir önlem alınmasının imkansızlığı dolayısıyla kabul edilebilir bir durumken, “zihin üzerinde zihinsel iktidar elde eden yeni bir yöntem” (akt. Mattelart, 2012: 13) olarak tanımlanan Bentham’ın “Panoptikon”unun modern iktidarın anlaşılması bağlamında simgesel bir önemi vardır. Tarihsel olarak Tanrı ya da Kralların “kutsal” iktidarların toplum üzerindeki denetimin göstergesi olan “göz” panoptikon ile din dışı, kutsal olmayan yeni bir iktidar olarak yeryüzüne inmiştir.

“Ruhu eğitmek için bedeni evcilleştirmek” bakımından gözetime odaklanan panoptik tasarımda; ortasında bir kule bulunan halka şeklinde hapishane binaları inşa edilecek, hücrelerdeki mahkûmlar, o kulede bulunan gardiyanlar tarafından 24 saat kesintisiz bir şekilde gözetlenecektir. Panoptikonun özelliği, gardiyanlara mahkûmların her hareketini görebilme olanağı verirken, mahkûmların gardiyanları görememesidir; dolayısıyla mahkûmlar bir süre sonra gardiyanların kendilerine bakıp bakmadığını bilmeksizin, hareketlerini kendiliğinden kontrol altına alacaklar, yani kendi kendilerini bir disiplin altına sokmuş olacaklardır.

Panoptik sistemde iktidarın görünmeden gözetleyen yapısı mistifikasyon yaratır. İktidarı bir fetişe dönüştürür, toplum için ulaşılmaz, parçalanmaz kutsal bir yapı olarak toplumsal bilince yansıtılan iktidarın bu yeni biçimi “izleniyorsun” mesajını vererek toplumun bilinç yapısını tahakküm altına alır. İktidar bu durumda görünmeden herşeyi gören, duyan ve bilen tanrısal güçlerle donatılmıştır. Bu sistemde toplumsal bilince yerleştirilen kuşku bilinci sakatlayarak itaati sağlamaktadır. (Foucault 1992) Dolayısiyle; görünmez iktidar bir tür belirsizlik durumudur, aklın ve muhakemenin gücünü azaltır; bedende açıklanamaz bir dev korku yumağını çağrıştırır. Görünmez iktidar, çağdaş insanın gündelik yaşamını  koşullandırmıştır. (Scarpulla, 2006:250; Aktaran Köse 2011:206)

Bu durum 1984 romanındaki toplumsal yapı ile kaynağı veya varlığı kesin olmayan; görünmez bir iktidar tarafından izlenme, “bir çeşit heryerdelik” mesajını iletme ve gözetlenenlerin belli davranış kalıpları geliştirmesini zorunlu kılma anlamında örtüşmekte ve propagandanın belirgin karakteristiği ile birebir uyum sağlamaktadır. Fransız düşünür Michel Foucault, Bentham’ın panoptikon modelinin modern iktidarının temelini oluşturduğunu söyler. Modern iktidar, kendisini görünmez kılmakta ama her şeyi izlemekte, böylelikle bireyler iktidar ve disiplin mekanizmalarını içselleştirerek ona göre hareket etmektedirler. Dolayısıyla 1984’de anlatılan toplum modeli bir kurgu ya da fantazi değil, yaşadığımız toplumun bir hakikatidir. Bizler görünmez bir gözetleme/denetleme iktidarı ile karşı karşıyayızdır ve iktidarın gözü her yerde üzerimizdedir.

 

Günümüzde teknolojinin gelişimi tüm sınıfsal ve muhalif hareketlerin denetimi ve gözetiminde teknolojiye dayanan yeni denetim ve gözetim biçimlerini de beraberinde getirmiştir ve mimari gözetimin yerini elektronik gözetim almıştır, başka bir deyişle, “teknolojik panoptikon”dönemi başlamıştır (Çoban, 2008: 111).

 

3.3.Elektronik Panoptikon ve Gözetimin Propagandası 

Panoptik iktidarın gerçek yaşamda olduğu kadar yeni iletişim teknolojilerinin gelişmesi ile birlikte sanal ortamda da etkili bir güce dönüşmesi, toplumsal özgürlüklerin her alanda gözetlenilebilir kılınmasını ve öznenin tutsaklaşmasını beraberinde getirmiştir. Kitlelerin sosyal mecralara olan yoğun ilgisi, sosyal iletişim şeklini dönüştürmüş ve özellikle internetin mobil cihazlara entegre olması ile birlikte, sabit bir gündelik yaşam pratiği haline gelmiştir. Öyle ki, günümüzde sosyal mecralar ile gündem belirlenmekte, gündem değişmekte ve hatta iktidarlar bile değiştirilebilmektedir. Mekanın fiziksel sınırlarını ortadan kaldıran elektronik ortamlar ile enformasyon çok hızlı bir şekilde, an be an değişerek dolaşıma devam etmektedir. Özellikle sosyal medyada iletişim biçiminin mobil hale gelmesiyle mümkün olmuş ve kullanıcının paylaşım, tartışma, eylemlere katılımını ve hatta kendi propaganda mesajını yaratma imkanını kolaylaştırmıştır. Tüm bu gelişmeler; kitleleri kontrol etmenin yolunun denetimden geçtiği inancı ile hareket eden iktidarların;  pek çok son dönem çalışmada “özgürlük ve demokrasi ortamı” olarak lanse edilen elektronik ortamları gerek mikro gerekse makro düzeyde gözetim toplumunun en önemli mecrası haline getirmesine neden olmuştur.

Sosyal ağlar sayesinde organize olan kitleler iktidarlara karşı direnişe geçebilmekte, kendi enformasyon ağlarını kurabilmekte ve iktidar karşıtı propaganda faaliyetlerinin öznesi haline gelebilmektedir. 2010 yılında Arap baharı, 2011 yılında Occupy Wall Street eylemleri sosyal ağların gücünü ya da “tehlikesini” iktidara göstermiştir. Eylemlerin gerçekleştiği dönemde sosyal medya olmayıp,yalnızca geleneksel medya olsaydı; gerçekleşen eylemlerin büyüklüğü ve ciddiyeti; iktidarın ideolojik aygıtı olan “geleneksel medya”nın göstermeyi tercih ettiği oranda bilinecek, ve tercih ettiği açıdan lanse edilecek ve büyük olasılıkla bu denli kitleselleşemeyecekti. Benzer bir pratiği 2013 yılında ülkemizde gerçekleşen Gezi Parkı örneğinde de görmek mümkündür. Tüm bu olaylar esnasında geleneksel medya eyleme geçen kitleleri “ötekileştiren, yabancılaştıran ve soyutlayan” mesajlarını propaganda dilini kullanarak yaymayı amaçlamış, kitlelerin niteliğini, amaçlarını ve mesajlarını manüpüle ederek karşı propaganda faaliyetlerini sürdürmüştür. Ancak geleneksel medyanın bu taraflı tutumu, eylemcilerin sosyal medyayı daha ciddi, daha bilinçli ve şiddetli kullanımına sürüklemiş, iktidarın sanal ortamda da panoptik bir güç olarak varlığını kanıtlaması ihtiyacını doğurmuştur. İktidarın sosyal medyayı dahi gözetlediği, denetlediği ve “tehdit unsurlarını tespit ettiği” mesajları medya aracılığıyla iletilmiş, ve olayların kontrol edilebilmesi amacıyla izlenme korkusu inşa edilmiştir. Bu anlamda, muhalifler için iktidarın gözünden kaçmak, toplum tarafından görülebilir ancak iktidar tarafından görülmez olmak önemli bir sorun haline gelmiştir.

Drucker’e (2001) göre birey, bulunduğu ortamda gözetlendiğinin bilincinde olduğu takdirde davranış biçilerini gözetlemenin parametrelerine göre belirler, bu farkındalık içinde gözetim bir disiplin tekniği işlevi görür, gözetlemeyi bilme derecesi, bir anlamda bireyin gözetimle birlikte kendi hareketlerinin kontrolünü ve gözetimin içselleştirilmesini sağlamaktadır.

Varlığını, ideolojilerini ya da duygularını sosyal ağlarda ifade etme ihtiyacı hisseden bireyin, gözetlendiği bilinciyle paylaşacağı içeriği sansürlemesine, manipule etmesine ya da belirli kesimlerden gizlemesine ve  Foucault’nun ve Bentham’ın bahsettiği gözetlenme korkusunu birebir yaşamasına sebep olurken, panoptik gözetimin çoğu kez gözetilenin terbiye edilmesi ile eş  zamanlı olarak gerçekleşmesi yaklaşımı ile örtüşmektedir.

Yukarıdaki teorik içerikle pratiğin buluşma noktası olarak nitelendirilebilecek bir örnek olan Gezi Olayları esnasında, ana akım medyanın olayları işleyiş biçimi sıklıkla tartışma konusu olmuştur. Bazı yayın organları haber saatlerini atlayarak, gündem dışı içeriklerdeki farklı formatlı yayınlar bile yapmışlardır. Bu gibi durumlarda alternatif medya olarak sosyal ağlara erişimi olan bireyler “görece” doğru enformasyonu elde etme imkanı bulabilirken;  enformasyona yalnızca egemen medya vasıtası ile ulaşma imkanı olan hedef kitlenin “gerçek” mesajın ne olduğu konusunda bir fikir sahibi olması neredeyse imkansızdır. Kitle iletişim araçlarının egemen düşünceyi aktarırken, aykırı düşünceye giderek daha az yer vermesi ve hatta yer vermemesi halinde egemen düşünceyi benimseyen kitlede artış olurken aykırı düşünceyi ifade eden topluluk azalır (Yumlu, 2009), ve baskın düşünce ön plana çıkmaya başlar; bu durumda propagandacı kendi ideolojisi doğrultusunda yaratığı gerçeklik doğrultusunda bir kamuoyu yaratarak amaçladığı tutum ve davranış değişiklerini sağlarken başarılı propagandanın amacına hizmet etmiş olur. Propaganda faaliyetleri ve kamuoyu söz konusu olduğunda “suskunluk sarmalı” kuramının da altının çizilmesi gerektiği düşünülmektedir.

 

4.1.Suskunluk Sarmalı : Sürüden Ayrılanı Kurt Kapar (mı)?

 

Çalışmanın önceki bölümlerinde de belirtildiği gibi, iktidarı elde tutan siyasi güçler kalıcılıklarını devam ettirmek amacıyla kamuoyunu etkilemek eğilimindedirler. Egemenler kendi gerçekliklerini kitlelere kabul ettirmek ve ideolojik hegemonyalarını sağlamak için onları yönlendirirler. Bu bilinci belirleme işi kitle iletişim araçları yolu ile iletilen mesajlar yordamıyla gerçekleştirilir. 

Elisabeth Noelle-Neumann’ın (1984) "suskunluk sarmalı" adlı teoriye göre, insanlar alana egemen olan görüşe açıktan karşı çıkmak istemiyorlar, muhalefetlerini gizleme eğilimi gösteriyorlardı.  Suskunluk sarmalı, genel anlamda insanların azınlıkta oldukları zaman kendi ?kirlerini saklama konusunda artan baskıyı ifade etmektedir. Suskunluk sarmalını hızlandıran etkenler arasında ise izole edilme korkusu, insanların kamuoyundaki trendleri değerlendirmesi ve azınlık görüşlerinin açıklanma konusundaki isteksizliği ön planda iken özellikle internetin yaygınlaşmasıyla, sosyal medyanın gelişimiyle bu sarmalın zayıfladığı; sosyal ağlarda aktif kitlelerin “reel ya da fake” hesaplarından duygu ve düşüncelerini diledikleri gibi ifade edebilme özgürlüklerinin olduğu algısı gelişmeye başladı.

İnternetin ve özellikle sosyal medyanın özgür, iktidarın denetleyemediği bir mecra olduğu anlayışı hakim olmaya başladığında gerçekleşen Gezi Parkı Olayları süresince, uzun yıllar apolitik yaşamış, muhalif duygularını içinde saklamış, kitlelerin suskunluk sarmalını kırarak sokaklara döküldüğu tartışmaları yaşanırken; olayların ciddiyeti ve şiddetinin artmasıyla birlikte ana akım medyada sosyal medyanın da iktidarın gözetimi altında olduğu haberleri patlak vermeye başladı. Egemen medyada sıklıkla, tekrarlanarak, korku unsurlarıyla bezenerek aktarılan bu haberlerin ardından; Gezi Parkı bağlamında sosyal medyada aktif paylaşımlarda bulunan bazı şahısların gözaltına alınmaya başlamasıyla birlikte teknik takip, denetim ve gözetimin elektronik ortamda da varlığını kanıtlamış (ya da bu algıyı yaratmayı amaçlamış) iktidar panoptik varlığını görünür kılarak bu süreci bir gövde gösterisine çevirimiş, halihazırda muhalif paylaşımlarda bulunan kitleleri de terbiye etmeyi amaçlamıştır. Gelişen süreçte muhalif tarafların tekrar suskunluk sarmalına girip girmediği belli ki bir araştırma konusudur, ancak sosyal medyanın da sonsuz özgürlüklerin mecrası olmadığı ve panoptik iktidarın heryerdeliği algısı zihinlerde yer etmeyi başarmıştır.

 

Tartışma ve Sonuç

 

Gözetim toplumunun analizi, iktidar ilişkilerinden soyutlanmadan ve teknolojik determinist bir bakış açısı içine saplanılmadan; gözetim, toplumsal denetime yönelik pratikler ve egemenlik yapıları arasındaki karşılıklı ilişkiler bağlamında ele alınmalıdır. İnsanlık tarihi, iktidarların enformasyonu/bilgiyi denetleme uğraşlarına yönelik sayısız örnekle doludur ve bu örneklerin pek çoğunda propaganda ve onun tekniklerini görmek mümkündür. Enformasyon, her zaman için ‘gücü’ ifade etmiştir; bu güce sahip olanlar da, iktidarı ele geçirme ve/veya muhafaza etme yarışında rakiplerine karşı büyük bir üstünlük sağlamışlardır. Kitlelerin iktidara yönelik tepkilerini önceden yok etmeyi amaçlayan propaganda için gözetim ve denetim çok önemli bir silahtır. İktidarın propaganda aygıtı olarak ana akım medya, toplumların biçimlendirilmesi ve yönlendirilmesi adına önemli bir araçken; sosyal medyanın bir alternatif olarak ortaya çıkışı ve bireysel kullanıcıların kendi içeriklerini üreterek enformasyon sağlaması ilk dönemlerde bir umut ışığı olarak ortaya çıkmış, son dönemde yaşanan kitlesel eylemlerle de bu anlamdaki inancı pekiştirmiştir. Lakin panoptik iktidarın propaganda tasarımları artık elektronik ortamlarda da varlığını deklare etmekte ve kitlelerin “gözetlendiği” bilinciyle davranış değişikliğini yani fiziksel bir eylemi hedefler, kendi ideolojisi doğrultusunda bir çeşitli davranış şekli geliştirmesi gerektiğini dayatır. Bu sebeple internet çağının toplumunu ne tek başına daha çok demokrasinin, bireyselliğin ve daha çok özgürlüğün toplumu olarak tanımlamak, ne de gizliliğin tümüyle yok olduğu Orwellvari bir toplum olarak nitelendirmek mümkündür. Söz konusu propaganda olduğunda sınırların belirsizliği ortadadır, bu durumda “toplumsal bilince yerleştirilen izlenme korkusu ya da kuşkusu bilinci sakatlamakta, toplum gücünün altını oymakta ve itaati meşrulaşmaktadır. İktidarın gözünden ya da gözün iktidarından kaçış yoktur,  ya da gözetimin propagandasını yapanlar toplumu bu şekilde yönetmek, bu inançla denetim altında tutmak istemektedirler.

 

Kaynakça

Akça, Gürsoy, and Doğa Başer. ""Karanlığın Yokoluşu" Gelişen Teknolojinin Gizlilik ve Mahremiyet Üzerinw Etkileri." Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2011: 20-40.

Aristoteles, and Mete Çev.Tunçay. Politika. İstanbul: Remzi Kitabevi , 1975.

Bauman, Zygmunt, and David Lyon. Akışkan Gözetim. İstanbul: Ayrıntı Yayınları , 2013.

Brown,  J.A, (1992), Siyasal Propaganda, (çev. Yusuf Yazar), Ağaç Yayıncılık, İstanbul.

Çetin, Halis. Korku Siyaseti ve Siyaset Korkusu. İstanbul: İletişim Yayınları , 2012.

Çoban, Barış. ""Gözün İktidarı" Üzerine." In Panoptikon Gözün İktidarı , by Barış Çoban and Zeynep Özarslan, 111. İstanbul : Su Yayınevi , 2008.

Çoban, Savaş. Hegemonya Aracı ve İdeolojik Aygıt Olarak Medya . İstanbul: Parşömen Yayıncılık , 2013.

Dolgun, Uğur. "Gözetim Toplumunun Yükselişi: Enformasyon Toplumundan Gözetim Toplumuna ." Yönetim Bilimleri Dergisi (1: 3) Journal of Administration Sciences, 2004 .

Fagen, R. Richard. Communication And Politics. Boston : Little, Brown and Co, 1966.

Foucault, Michel. Hapisanenin Doğuşu. Ankara: İmge Yayınevi, 1992.

Güven, Sevgi Kesim. "Gözetimin Toplumsal Meşruiyeti." In Medya Mahrem, by Hüseyin Köse, 186. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2011.

Herman, Edward S, and Noam Chomsky. Rızanın İmalatı. İstanbul: BGST Yayınları , 2012.

Karataş, İ. (2008). İletişim Anlamında Psikolojik Savaş ve Propaganda. 04.01.2014, http://www.belgeler.com

Kapani, Munci. Politika Bilimine Giriş . Ankara : Bilgi Yayınevi , 1998.

Köse, Hüseyin. ""Synoptikon" Evresindeki İletişim ya da Küresel Gözetim Toplumunda "İktidar Görünmezliği"nin Sonu." In Medya Mahrem , by Hüseyin Köse, 206. İstanbul: Ayrıntı Yayınları , 2011.

Laswell, Harold D. Propaganda Technique in the World War. NewYork: Alfred Knoph Inc. , 1927.

Lyon, David. Gözetlenen Toplum. İstanbul: Kalkedon Yayıncılık , 2006.

Mattelart, Armand. Gözetimin Küreselleşmesi . İstanbul: Kalkedon Yayıncılık, 2012.

Özdel, G. (2012). Foucault Bağlamında İktidarın Görünmezliği Ve Panoptikon’’ İle ‘’İktidarın Gözü’’ Göstergeler. The Turkish Online Journal Of Design, Art And Communication - TOJDAC January 2012 Volume 2 Issue 1, 22-29.

Pease-Watkin, Catherine. "Bentham'ın "Panoptikon"u ve Dumont'un "Panoptique"i." In Panoptikon Gözün İktidarı, by Barış Çoban and Zeynep Özarslan, 77. İstanbul: Su Yayınevi, 2008.

Pratnakis, Anthony, and Elliot Aranson. Propaganda Çağı. İstanbul: Paradigma Yayıncılık, 2008.

Schiller, H. (1993) Zihin Yönlendirenler, Pınar Yayınları

Turan, İlter. Siyasal Sistem ve Siyasal Davranış . İstanbul : İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Yayınları , 1997.

Werret, Simomn. "Potemkin ve Panoptikon: Samuel Bentham ve 18. Yüzyıl Rusyasında Mutlakiyetçi Mimari ." In Panoptikon Gözün İkidarı , by Barış Çoban and Zeynep Özarslan, 88. İstanbul : Su Yayınevi , 2008.

Yeo, Michael. "Propaganda and Surveillance in George Orwell's 1984: Two Sides of the Same Coin ." Global Media Journal, 2010: 49-66.

 

Kaynak: Propaganda Algı, İdeoloji ve Toplum İnşasına Dair İncelemeler
Beta Yayınları

Yazar: Mihriban Akyol